Sezer Özseven - [TGB] - Teröre Taarruz, Barışa Özgürlüktür!

Whistle

Ruhsuz Filozof
Kurucu
Kurumsal Üye
Geliştirici
Yardımsever Üye
Mesaj
11.540
Çözümler
549
Beğeni
12.192
Puan
5.915
Ticaret Puanı
2
Türkiye’nin önce 1 astsubayımızı şehit eden IŞİD’e karşı sonra da polislerimizi uykularında kalleşçe vuran PKK’ya karşı operasyon başlatması yine bir takım çevrelerin “barış” çığlıkları atmalarına sebep oldu. Bu çevreler, ABD askerinin Iraklılarına ırzına geçerek orada bir “kukla Kürdistan” kurmalarını ayakta alkışlarken, eli kanlı terör örgütlerine karşı yapılan operasyonlarda “savaşa hayır!” çığlıkları atmalarıyla da tanınırlar.


Ordu ve Savaş Kavramlarının Tarihselliği
Madde, tarihseldir; başka bir deyişle zamanın içindedir. Maddenin hareketi, ancak dönemin ilişkiler ağı içinde kavranabilir.(1) Bir sandalyenin bile 500 yıl önce insanlık açısından anlamıyla bugünkü anlamı farklıdır. Sosyal bilimlerde de bu böyledir. Her kavramın tarihsel bir anlamı vardır. Kurtuluş Savaşı’nı verip Türkiye halkını millet yapan Mustafa Kemal’in ordusu ile Irak’ı istila eden Amerikan ordusunun elbette farkları vardır. Ya da Stalingrad önlerine kadar gelen istilacı Alman ordusuyla ona set çeken Sovyet Kızıl Ordusu’nun farkları vardır. Amerika’nın bağımsızlığını sağlayan Amerikan ordusu süreç içinde işgalci bir orduya dönüşebilir. Burada temel mesele tarihsellikte yatar. Savaş ve barış kavramları da böyledir. Sevr barışı ile Lozan barışını bir tutamayız. 1. Paylaşım Savaşı ile Kurtuluş savaşını “ikisinde de insanlar öldü” diyerek aynı kefeye koyarsak tarih biliminin ayakları altında kalırız. Bu yüzden bugünkü mevzilenme emperyalist barış ile anti-emperyalist savaş arasındadır. Emperyalist barışın hiçbir zaman kalıcı olmayacağını bize en iyi gösteren iki “barış” Osmanlı’nın imzaladığı Sevr barışı ile Almanların imzaladığı Versay barışıdır. Sevr barışı sonrasında anti-emperyalist bir kurtuluş savaşının getireceği Lozan barışına dönüşmüş, Versay barışı ise insanlığı birincisinden daha büyük bir emperyalist savaşa götürmüştür. Tarih bize, emperyalist barışların hiçbir zaman kalıcı olmayacağını öğretmiştir.

Emperyalist Savaş ve Vatan Savunması
Emperyalist savaş ile vatan savunması birbirine zıt olan kavramlardır. 19. y.y. sonlarına doğru dünyanın ekonomik yönden paylaşılması esasına dayanan ilişkiler kapitalist ülkeleri emperyalist yapmıştır.(2) Bunun sonucunda da birbiriyle ilişkili olarak emperyalist savaş ve vatan savunması doğmuştur. Bu sınıflandırmayı yaparken esas alacağımız temel soru şudur: Kimin için savaş? Emperyalist sömürü ve talan için savaş mı? Yoksa bağımsız ve başı dik bir ülkeyi kurmak için yapılacak olan anti-emperyalist bir savaş mı?(3) Hangisinin getireceği barış gerçek barıştır? “Çağımızda bütün savaşların esas kaynağı emperyalizmdir. O nedenle ilke olarak savaşa karşı çıkmak gerekir. Ancak ulusun ve vatanın bağımsızlığı söz konusu olduğunda savaşmak zorundayız. Değilse hiçbir özgürlükçü, insan haklarıcı söylemin bir anlamı, değeri kalmaz.”(4) Bugün çok ufak bir azınlığı dışarıda bırakırsak “savaşa hayır!” sloganları atanların hiç şüphesiz ki anti-emperyalist savaşa “hayır” deyip emperyalist savaşa “evet” dedikleri ortadadır. Çünkü PKK ve IŞİD üzerine yapılan operasyonlar emperyalist savaşa değil bölge ülkelerinin bütünlüğüne, yani vatan savunmasına hizmet etmektedir. Bunu göz ardı ederek yapacağımız tüm barış, özgürlük söylemleri bizi dolaylı yoldan emperyalizmle aynı mevziye düşürür.


PKK ile Mücadele ABD ile Mücadeledir
Küreselleşme ile birlikte emperyalist savaşın da karakteri değişmeye başlamıştır. Artık emperyalist devletler sömürgelerine zorunlu olmadıkça sıcak müdahalede bulunmaktan kaçınmışlar, bunun yerine besledikleri terör örgütlerini o ülkelerin içlerine salmaya başlamışlardır. ABD’nin 2. Dünya Savaşı’ndan sonra girdiği bütün savaşları kaybetmesi(Vietnam, Irak…) ABD’yi buna zorlayan temel faktördür. Türkiye’de PKK, Suriye’de ÖSO, IŞİD, PYD, Mısır’da Müslüman Kardeşler gibi terör örgütleri ABD’nin milli devletleri tasfiye sürecinde bölgede kullandığı en önemli taşeronlardır. Şüphesiz ki bunların arasında ABD açısından en değerli olan örgüt PKK-PYD’dir. Irak’ın kuzeyinde kurulan kabile görünümlü kukla “devlet”in Suriye’nin kuzeyinden denize açılması için bölgeyi PKK’nın kontrol etmesi gerekmektedir. “Kürt koridoru” olarak adlandırılan bu bölge sayesinde ABD, hem Türkiye’yi güneyden kuşatacak, hem de petrolün Akdeniz yoluyla ABD’ye akmasını sağlayacaktır.


PKK’nın Türkiye’nin güneyinde bir devletçik kurması hem Türkiye’nin iç güvenliği açısından hem de Ortadoğu barışı açısında ciddi bir tehdittir. Bu tehdidin temelini orada bir Kürt devleti kurulması değil, Amerika güdümünde bir 2. İsrail’in oluşturulması ve bölge ülkelerinin birliğini bozulması yatar. Bugün Irak önümüzde duruyor. Görünen köye bakalım: Irak’ta “emperyalist barış” kalıcı olmuş mudur? Irak’ın parçalanması bölge barışına ne kadar hizmet etmiştir? Irak’ın parçalanması bizzat IŞİD’i ortaya çıkarmıştır. Arap “Baharı”nı doğurmuştur. Suriye’nin parçalanması da yine bu tür sonuçlara gebedir. Bunu görebilmek için görünen köye bakmamız yeterlidir.


PKK ve IŞİD’e karşı yapılan operasyonlara siper olmanın doğal sonucu barışa karşı siper olup savaşın tarafında bulunmaktır. Teröre destek, barışa savaş açmak anlamına gelir. Bugün PKK’nın Suriye’nin kuzeyinde bir devlet kurarak oraya barış getireceğini düşünmek ABD’nin Irak’a getirdiği “barışın” hülyasına kapılmakla aynı şeydir. Çünkü PKK, ABD’dir. “Kaldırın ABD’den akan paraları, bakalım PKK’dan geriye ne kalır?”(5) Tam olarak bu yüzden teröre operasyon anti-emperyalist karakterlidir, barışa özgürlüktür. Vatan, üzerinde devrim yapacağımız topraktır.(6) Bu yüzden vatanımızı savunmak zorundayız. Vatanımızı parçalatmamak zorundayız. Gerçek barış, ABD’nin Irak’a getirdiği pax-americana(7) da değil, bölge ülkelerinin teröre karşı yürütecekleri işbirliğinde saklıdır. Bölge ülkelerinin başına bela olan gerici ve bölücü terör temizlendiği zaman Türk, Kürt, Arap, Fars halkları barış içinde yaşayacaklardır.

“AKP Yapıyorsa Kayıtsız Şartsız Yanlıştır” hesabı
PKK ve IŞİD’e operasyon meselesinde düşülen yanılgılardan biri de budur. Yapılan her şeye “AKP yapıyorsa” gözlüğüyle bakmak dönemimizin en önemli yanılgılarından biridir. Bölgedeki meseleleri ana çelişkiden yani emperyalizmden bağımsız bir şekilde Tayyip Erdoğan eksenli yorumlamak bizi somut durumun somut tahlilini yapmaktan alı koyar. Kılavuzumuz bu hesap olursa burnumuz ilelebet Tayyip Erdoğan’dan kurtulmaz.

Tarihin başından bu yana her şey birbiriyle çelişkili bir biçimde gelişmiştir. + olmadan – olmaz. Çelişki maddenin doğasında vardır. Tarihteki bütün büyük önderler kazandıkları başarılara çelişmeyi doğru çözümlemeleri sayesinde ulaşmışlardır. Lenin’in emperyalizmin çelişmesini doğru olarak açıklaması onun başarısının temelini oluşturur.(8) Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanlılar ve İtalyanlar arasındaki çelişkiden yararlanması, Kurtuluş Savaşı’nın zafere ulaşmasındaki en önemli etkenlerden biridir. Çağımızın baş çelişkisi de emperyalizmdir. Baş çelişkiyi belirlemek, diğer tüm küçük çelişmelere karşı olan tavrımızı belirler. Bunu bir örnekle betimleyecek olursak: İran’da 1961 yılında emperyalizmin işbirlikçisi Şah, toprak reformunu da içeren bir reform paketi hazırlanmasının direktifini verdi. Bu paketin içinde kamulaştırmadan tutun da kadınlara oy hakkı verilmesine kadar birçok reform vardır. Bu hareket ABD tarafından da destek görmüştür. Tabi bunları ortaya çıkaran birçok koşul vardır. ABD’den gelen bu desteğe karşın Humeyni ve taraftarları bu reform paketine karşı çıkmışlardır.(9) Şimdi bu durumda kadınlara oy hakkı tanıyan pakete karşı çıkan Humeyni mi daha ilericidir? Yoksa ABD’nin memuru olan Şah mı daha ilericidir? Baş çelişkiyi emperyalizm olarak belirlersek bunun cevabını çok rahat verebiliriz.

AKP’nin bu operasyonların yürütücüsü olmasının elbette milliyetçi oyları almaya çalışmasıyla bir ilgisi vardır. Ancak bütün bu büyük çaplı operasyonları sadece buna bağlamak durumu çok basitleştirmektir. Ayrıca AKP’nin oy toplamak için bu operasyonları yaptığı fikri de yine ayrı bir mesajdır. Türkiye’de iktidar olmanın temel koşuludur bu; Türkiye’yi bölenler iktidarda kalamaz. Oylarını düşüren AKP bunun farkındadır. Türk milleti ona bölücü anayasayı yaptırmamıştır, Haziran halk hareketinde milyonlarca insan “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” sloganını onun suratına çarpmıştır. BOP adındaki 2. Sevr anlaşmasını yırtıp atmıştır. Bütün bu koşulları ve Türk ordusunun tarihsel konumlanışını göz ardı ederek PKK kamplarının bombalanmasını “Tayyip Erdoğan’ın hırsı”na indirgemek çok büyük bir yanılgıdır. Ayrıca iş sadece Irak’taki birkaç kampın bombalanması değildir. TSK, Güney sınırının ötesinde Doğu illerinde de büyük bir yığılma yapmaktadır. Bu yığılma geniş çaplı bir operasyonun habercisidir. PKK ve IŞİD kamplarının bombalanması, ülke çapında PKK ve IŞİD’e karşı geniş çaplı bir gözaltı operasyonunun başlaması bunun sadece öncülüdür. ABD bütün bu olaylar karşısında “Türkiye sınırını aştı” açıklamasında bulunmuştur. Türkiye’nin “sınırını aşma” zorunluluklardan ötürüdür. Ve bu zorunluluklar her ne kadar AKP “Esad gitmeli” dese de Türkiye’yi Suriye, Irak ve İran ile işbirliğine zorlayacaktır. Türkiye’nin şu anda yaptığı gibi bundan kaçmaya çalışması durumunda da Ortadoğu’dan bölücü ve gerici terörün temizlenmesinin olanağı yoktur. 2+2=4 eder. Bölge ülkeleriyle işbirliği=Ortadoğu’da barış.

KAYNAKÇA
  1. Doğu Perinçek - Osmanlı’dan Bugüne Toplum ve Devlet – Kaynak yay. 2009. S. 137
  2. V.İ.Lenin – Emperyalizm – Sol Yay. 7. Baskı. S. 77
  3. Teori Dergisi 299. Sayı. S.41
  4. A.g.e. s.43
  5. Ahmet Taner Kışlalı – Atatürk’e saldırmanın dayanılmaz hafifliği – İmge Yay. 12.Baskı. s.222
  6. D. Perinçek – ÖDP’nin Kimliği – Kaynak yay. 4.Basım. S.73-74
  7. Linkleri görebilmek için giriş yap veya kayıt ol.
  8. Mao Çe-tung – Teori ve Pratik – Sol yay. 2.Baskı. S.46-47
  9. Misagh Parsa - Devlet, İdeoloji ve Devrim: İran Nikaragua ve Filipinler Devrimlerinin Karşılaştırmalı Analizi – İletişim yay. 1.Baskı. s.58

Sezer Özseven

TGB Cebeci Birim Örgüt Başkanı
 
Geri
Üst